EYLÜLÜN HÜZNÜ
EYLÜLÜN HÜZNÜ
Eylül ayı da hüznü gibi gelip çatmıştı. Eylül biraz hüzün, biraz sancı, biraz ayrılık, biraz özlem, biraz da hasret barındırıyordu. Hüzün ki en çok da ona yakışıyordu.
Dışarıda yağmur adeta gökyüzünü delercesine yağmaya devam ediyordu. Peki yağan yağmur ile buluşan gözyaşları, ''neden hep ben'' dedi ve bunları söyledikten sonra hüzünle duraksadı olduğu yerde durdu ve derin bir nefes alıp düşünmeye başladı, kimden neden kaçıyordu... Kendi öfkesine yenildiği için kendi kendine kızdı. Hayatı boyunca hep merhametinin peşinden gitmişti. Kimseden bir beklentisi olmadan yaşamayı öğrenmişti, öğretmişlerdi ve şunu çok iyi biliyordu ki ''Beklenti insanı yorar...'' Yaşadıklarını ve yaşayamayacaklarını bir köşeye bırakıp herkesten en çok ta kendisinden kaçıyordu.
Bu bir kaçış mıydı? ki; eğer öyle ise neden halen kendinden kaçtığının farkında değildi!
Biliyordu ki artık yolculuğu başlamıştı ve oda bu yolda bir yolcu idi. ''Başkalarının gürültüsünü değil kalbinin fısıltısını dinleyecekti...''
İnsan kaderini değiştirebilir mi? Ben değişirsem her şey değişir düşüncesi ile içsel yolculuğuna başlamıştı.
Her gölge ona tanıdık idi peki ya tanıdık gölge olur mu? demeyin.
Birilerinden kaçıyor yada saklanıyorsanız her gölge tanıdık gelir insana. Ama kendi gölgesi ona hiç bu kadar yabancı gelmemişti...
Saatlerce sokaklarda yürüdü. Nereye gideceğini bilmiyorsan hangi yoldan gittiğinin ne önemi vardı ki... Bilmiyordu ki aslında her kaçış kendine biraz daha yaklaşmaktı...
İnsan kendinden kaçabilir mi? evet bu sorunun cevabını bir türlü bulamıyordu. Acısından, öfkesinden ,hüznünden ve sevgisinden kaçabilek miydi?
Aradığı soruların cevabı kendisinde idi. Çünkü biliyordu ki sana senden daha güçlü bir rehber yoktu...
Hayatta hep güçlü olmak zorunda idi; çünkü öyle öğretilmişti. Aslında güçlü olmak değildi isteği, kendisine biçilen hayatı yaşamak zorunda idi ve hep güçlü oldu, olmak zorunda bırakıldı... Ama olmak isteği şey tam olarak bu değildi. O mutlu olmak istiyordu. Çünkü kendisi çevresinde herkesi mutlu etmek için çırpınırken kendisinin de mutlu olması gerektiğini bir türlü öğrenememişti. Hayatını, hayallerini ve umutlarını hep ertelemişti. Şu kainatta onun dışında herkes çok mutluydu... O mu? o sadece mutluluk oyununu çok güzel oynamayı bilen iyi bir oyuncu idi.
Acısı çok olanın gülüşü güzel olurmuş. O hep acılarını yüreğinin derinliklerinde gülüşlerinin arkasında saklamıştı....
Bardaktan boşalırcasına yağan yağmura hiç aldırış etmeden saatlerce yürüdü bilmediği bir şehrin bilmediği sokaklarında.
Uzun bir süre yürüdükten sonra kendini deniz kenarında bir bankın üzerinde otururken buldu. Boş gözlerle uzun bir süre denizi izlemeye koyuldu. Hiç yabancı değildi bu manzara ona ; ne zaman bir şeylerden kaçmak istese kendisini mavinin derin huzuruna bırakırdı. Saatlerce denizi seyreder için için ağlardı.
Uzun bir süre yoldan gelip geçen insanları seyretti. Hepsi telaşla bir şeylere, bir yerlere yetişmeye çalışıyordu. Sonra derin bir nefes aldı ve içinden ''aslında hepsinin bilmediğimiz bir hikayesi ve acısı '' olmalı diye geçirdi. Acı değil miydi! zaten insanı insan yapan. Her acı ,her hayat tecrübesi değil mi? hayata sımsıkı tutunmayı öğreten...
Sabahın ilk ışıkları ile cadde; işe ve okula giden insanlar ile dolmaya başlamıştı ama o ne yapacağını bilmeden oturduğu bankın üzerinden kalktı ve o bilmediği sokaklarda yürümeye devam etti.
Sokak dan gelen taze simit kokusu ile birden acıktığını hissetti, çünkü iki gündür boğazından bir lokma ekmek geçmemişti. Elini cebine attı ve son parası ile bir tane simit alıp yemeye başladı. Peki bundan sonra ne olacaktı? Bu kaçış sadece kendinden mi kaçmaktı, yoksa geride bıraktığı insanlardan mı?
Hayatı boyunca hep yara almıştı ve yaraları ile bugüne gelmişti. Kabuk bağlayan yaraları bilir misiniz? hiç bir zaman iyileşmez dokundukça kanayarak kendisini hatırlatır. Ben o kanayan yaralarım ile büyüdüm diye geçirdi için için... O kanayan yaralarım ile hayata sımsıkı tutunmayı öğrendim. Çünkü hayat mücadelemde hep yalnızdım o sebeple her zaman güçlü olmak zorundayım diye düşünerek daldığı düşüncelerden sıyrıldı.
Uzun bir süre aklını kemiren o sorularla yürüdü, çok yorulmuştu artık ayakları onu isteği yere götürmüyordu.
Cebinde ki son parası ile de simit almıştı... Yalnızlığı ile baş başı idi artık. Evet istediği gibi de olmuştu. Her şeyi geride bırakarak yeni yaşamına yelken açmıştı. Onu nelerin beklediğini düşünmeden, içinde bulunduğu anın ''Özgürlüğünün'' tadını çıkararak...
Yıllarca istediği de bu değil miydi? zaten...
Herkesten ve her şeyden kaçmak... Bilmediği yerlerde bilmediği insanlarla güne merhaba demek.
Acaba! dedi yokluğumu fark ettiler mi? varlığım da yokluğum gibi sessiz değil mi? zaten diye için için üzüldü...
Bir bilinmezliğe yol almıştı, aslında başlangıçlardan hep korkardı; yeni başlangıçlar, yeni hayatlar, yeni kararlar....
Ama artık kendisi için bir şeyler yapmak zorunda idi. Hayatının geri kalan kısmını sadece kendi mutluluğu için yaşamalıydı bu ona ne kadar uzak bir kavramda olsa yeni yaşantısında bunu da öğrenecekti elbette.
Birden aklına o geldi ve irkildi. Göğsüne birden bir bıçak saplandığını hissetti. Bazen herkesi, her şeyi geride bırakabiliyorsun ama bazıları vardır ki; hiçbir zaman gerinde bırakamazsın. Ne kadar uzağında olursa olsun ama o sana sen kadar yakındır.
En çokta ona üzüldü vedalaşamamanın hüznü ile eli telefonuna gitti.
Derin bir nefes aldı ve telefonun tuşlarını çevirdi; ne diyecekti, peki ne değişecekti artık o yoktu ve onun yokluğuna oda alışmak zorunda idi.Telefonda ki numaraya uzun bir süre baktı ve sonra telefonu geri çantasına koyarken içinden şunları tekrarladı ''yeni hayatına hoş geldin'' ve seni senden başka kimsenin üzemeyeceği yeni hayatına...
Yüreğinin götürdüğü yere yavaş adımlarla yol almaya devam ederken bir yandan da yaşayamadıklarını düşünmeye başladı. Kendi kendine şu sözleri yüksek sesle söyledi.
'' Bazen birine geç kalırsın ve bir daha kimse için acele etmezsin''' Çünkü o hep hayata geç kalanlardandı. Yaşamak isteyip de yaşayamadığı kocaman hayatına bir kez daha isyan etti.
Artık güneş kaybolmaya başlamıştı. Havanın kararması ile birlikte esen meltem ile içini bir ürperti kaplamıştı. Peki bundan sonra ne olacaktı mazi peşini bırakacak mıydı?
Yağmur yavaş yavaş dinmeye başlamıştı. Toprağın o güzel kokusunu içine çekerek işte yaşamak bu dedi... Sevdiğin şeylerin peşinden gitmek için belki de çok geçti ama o hiç bir şey içinde geç olmayacağına hep inanmıştı. Çünkü geç kalınan hiç bir hayat hayat değildir...
Yaşanmışlıklar, yaşanması gerekirken yaşanamayacak hayatlar ,yaşayamadıklarımız ile hayatımız hep bir keşkeler içerisinde sürüp gidiyor. Hikayemiz’in baş kahramanı da hayatı boyunca keşkeleri ile mücadelesini sürdürmenin vermiş olduğu yorgunluk ile yüreğinin götürdüğü yere gitmeye karar verip kendisini sıkan o zincirlerini kırarak ve kalbinin sesini dinleyerek yeni bir hayata yelken açmıştı. Bu yeni yolculukta onu nelerin beklediğini düşünmeden ayaklarının değil kalbinin götürdüğü yere doğru yol aldı... Bazen ayaklarınızın değil kalbinizin götürdüğü yere gitmeyi cesaret etmeniz gerekmez mi?
Herkesin bildiği bir gerçek var; hayat durmuyor ve duranı da affetmiyor. Bir insan için olduğu yerde durmanın, geri gitmenin en kolay ve kestirme yolu olduğunu yaşam ona acımasızca gösteriyor. Bunu fark edemeyenler sahip olduklarını birer ikişer kaybetmeye başlayınca eyleme geçmenin ve yeniden başlamanın kaçınılmazlığını görüyorlar.
Hayatın ne kadar uzun ya da kısa olduğunu, kimin ne kadar yaşayacağını kimse bilemez. Aynı şekilde, geriye kaç yıl kaldığını bilmeden yeni bir şeye başlamak için geç ya da erken olduğunu da söyleyemez. Hayatta hiç bir şeye geç kalmayın. Çünkü hayat geç kalanları affetmez.









1 Yorum