GEÇ KALINMIŞ HAYATLAR
GEÇ KALINMIŞ HAYATLAR
GEÇ KALINMIŞ HAYATLAR
Bazen bazı hikayeler yarım kalır, bazen de hiç yaşanmadan o hikayeler noktalanır.
Yaşanmışlıklar, yaşanması gerekirken yaşanamayacak o hayatlar , yaşayamadıklarımız ile hayatımız hep bir keşkeler girdabı içerisinde sürüp gider.
Oysa ki; hayata geç kalmaktan yakınırız sürekli öyle değil mi? Hayata ve en çok da kendimize.
En son ne zaman kendinizle baş başa kaldınız? Bir fincan kahvenin vermiş olduğu huzuru yalnızlığınızla ne zaman yudumladınız hatırlıyor musunuz?
Kafanızın içinde dolanan o binlerce sorundan sıyrılıp en son ne zaman kendi sesinize kulak verdiniz?
Bazen ayaklarınızın değil de kalbinizin götürdüğü yere gitmeye ne zaman cesaret ettiniz?
Siz kafanızın içindekilerle boğuşurken bugünü kaçırdığınızın ne zaman farkına vardınız?
Çünkü, zaman hızla akıp geçer, biz sadece arkasından bakakalırız.
Ve biz en çok da kendimize geç kalırız hep.
Kendine geç kalmak var ya; işte en acısı da bu değil mi zaten?
Çünkü başkalarına yetişmeye çalışmaktan hep kendine geç kalmışsındır. Ama sen bunun farkına vardığında artık her şey için ne yazık ki çok geçtir.
Bazen şöyle düşünürüm; bazı insanların varoluşunun sebebi başka başka insanların hayatlarına dokunmak içindir. Belki de hayat yolculuğuna çıkma sebepleri de bu yüzdendir.
Kendisinden başka her insana yetişmek!
Belki hayatta hiçbir şey için geç kalmış sayılmayız; Lakin söz konusu kendin olunca maalesef her şeye herkese ve en çok da kendine geç kaldığını anlarsın.
Geç kalmak; zamanı yakalayamamaktan cok, zamanın önünde yol almaktır. Hiç iyileşemeyecek yaraların kabuğunu kaldırmaktan korkmaktır. Hiç iyileşmeyen yaralarınızla ne zaman yüzleştiniz?
Şu hayatta iyi insanlar hep bir bedel ödemek zorunda bırakılır. Yaptığımız kötülükler gibi yaptığımız iyiliklerin de bedelini öderiz. Hayat o kadar acımasızdır ki seni çalışmadığın yerlerden sınav eder durur hep!..
Hayat denen bu uzun ve engebeli yolda sen hep sınıfta kalan o çocuksundur çünkü.
Bazen şöyle de düşündüğümüz de olur elbette'' Doğa yasasını hepiniz iyi bilirsiniz''
Sizin acı çekmenizi sağlayan olay belki de sizin büyümeniz içindir. Çünkü her sınanış, kendiyle mücadelesinde güzel bir olgunluk katar insana. İnsan güçsüz bir canlı değildir. Sadece güçlü tarafının bulup keşfedebilmesi gerekiyordur. Elbette bunun içinde acı ile yoğrulması.
Zaten çektiğimiz acılar değil midir? bizleri büyüten ve olgunlaştıran, bizi biz yapan.
Seni sen yapan yaşadığın acılarından çıkarmış olduğun dersler değil de nedir!..
Aslında çok da zor olamamalı kendin için bir şeyler yapabilmek. Koşmak mı istiyorsun? Koş, sevdiğini haykırmak mı istiyorsun? haykır. Seni tutan ne var ki?
Hayat o kadar zalim ve acımasızdır ki! bir kere geldiğin şu dünyada rolleri sana sormadan dağıtmıştır. Sen ise o rolü sadece hakkını vererek oynamak zorunda kalan o oyuncusundur.
Bu arada; İnsan kendisine geç kaldığını ne zaman anlar biliyor musunuz? Hayatı avuçlarının arasından kum gibi yavaş yavaş akıp giderken, arkasını dönüp baktığında görmek istediği insanı göremeyince!..
Kimin için savaş verdiysen, kimin için kendini ertelediysen; arkanı döndüğünde ilk göremediği insan o olunca, hayatta kendisine geç kaldığını işte tam da o zaman anlar. Belki çok acı bir tecrübe olur ama adı üstünde ''Tecrübe!'' işte...
Kim için savaş verdiysek, kim için kendimizi ertelediysek hep o tarafımızdan sınadı hayat bizi. Elimizde geriye kalan tek şey ise; kocaman bir hiç ve geride bıraktığımız kocaman yıllarımız oldu. Ne acı değil mi? Hiç sonlanmayacak gibi yaşadığımız ve bize upuzun gelen o hayatın; aslında ne kadar kısa olduğunu görmek, daha da önemlisi ertelediklerin tarafından ertelendiğinin farkına varmak ne kadar da acı öyle değil mi?
Hayatınızda varlığından memnun olduğunuz kaç kişi var hiç düşündünüz mü? Varlığı varlığınıza armağan olan, sizi siz yapan kaç kişi?
Acınızı, hüznünüzü paylaşan, çıkarsızca sizi seven kaç kişi var?
O sebeple yola kıymet verenlerle çıkın; bunu asla ve asla unutmayın. Çünkü kıymet verenlerin yanında altın gibi ışıldarsınız.
Şöyle bir örnekleme yapacak olursak; Elinizde kıymetli bir maden olan ''Altın'' var. Altının kıymetini en iyi kim anlar; tabi ki kuyumcu! Ama siz elinizde ki altını kuyumcuya değil de hurdacıya verirseniz size biçeceği fiyat tabi ki düşük olacaktır.
Ama altının dilinden anlayan ona bakmasını bilen kişi ye yani sarrafa verirseniz; bedeli paha biçilmez olur öyle değil mi? Buradan nereye gelecek diye düşünüyorsunuz; hemen söyleyeyim! Kıymetiniz, kıymetinizi bilenlerin yanında anlaşılır, tıpkı altının sarrafın elinde parlayıp, hurdacını elinde söndüğü gibi...
''Başkalarının gürültüsünü değil kendi kalbinizin fısıltısını dinleyin...''
Hayatın ve yaşadığım tecrübelerin bana öğrettiği tek bir gerçek var; Herkese yetişen ne yazık ki sadece kendisine geç kalandır ve de hayatın geç kalanları da asla ve asla affetmediği…
Hayatta hiç bir şeye geç kalmayın. Çünkü hayat geç kalanları asla affetmiyor.









0 Yorum