E-Ticaret Paketleri
Telefon
WhatsApp
 Göçük Altındaki Hayatlar

Yolların kenarında dur ve bak. Eski patikalara sor: İyi yol nerede? Oraya yönel ve ruhunun geri kalanını bul!

Hayat dediğimiz o upuzun ve meşakatli yolda aslında hepimiz birer yolcuyuz. Yol uzun bizler ise yorgun birer yolcu!

Mecbur kaldığımız yolculuklar ve geride bıraktığımız enkazlar ile dolu olan bu hayat yolculuğunda herkesin içinde barındırdığı yorgun hayat hikayeleri var.

Aslında başımıza gelenleri her birimiz kendi penceremizden görür ve sanırız ki asıl gerçek odur.

Oysa yıllardır biriktirdiğimiz ne çok korku asılıdır o pencerelerde. Çoğu zaman işte o korkular

yön verir hayatımıza.

Sessiz bir çığlıktı aslında içinde bastırdıkları! Canını yakan ne çok şey vardı aslında acıya dair.

Acılar belki kolay anlatılır kolay yazılır lakin hiçbir acı kolay yaşanmaz...

Bazen hayat sadece seçtiklerimizden ibarettir sanırız oysa ki!

Bunca yokluk, bunca kırıklık, bunca acı seçtiklerimiz olabilir miydi gerçekten?

Acılarla yoğrulmuş hayatlar kimin tercihi olabilirdi ki!

Onlar 3 kardeşti...

Ayşe, Ömer ve Zeynep

Çok erken yaşta hayatın en acı yüzü ile tanışan, çocuklukları ellerinden alınan üç kardeşin hikayesinde buluşmaya hazır mısınız?

1999 Gölcük depreminde anne ve babasını kaybeden 3 kardeşin hikayesin den bahsetmek istiyorum sizlere.

17 Ağustos 1999 yılı idi. Hiç unutmuyorum o tarihi diyerek derin bir ah çekerek arkasına yaslandı ve yaşlı gözlerle başladı anlatmaya...

Babam; Anadolu’nun ücra bir kasabasında ilkokul öğretmeni idi. 1997 yılında İstanbul'a tayinimiz çıkmıştı. Ben o zamanlar 10 yaşında falan idim. 8 ve 5 yaşında da iki tane kardeşim vardı.

Annem İstanbul meselesine çok üzülüyordu. Kolay değildi elbette taşrada büyüyen bir insanın Metropol bir kente ayak uydurabilmesi bu hiç de kolay olmayacaktı onun için. Ama ben annem gibi düşünmüyordum. Sevinçten havalara uçuyordum. O gün böyle olacağını bilsem, İstanbul'un aileme mezar olacağını bilsem bu kadar sevinir miydim ki?

Çocukluk heyecanı işte!  Büyük şehre yerleşecektik. Artık Anadolu'nun taşra kasabalarında yokluk içinde yaşamayacaktık.

Annem her ne kadar bu fikre kendisini alıştıramamış olsa da babam ve ben çok heyecanla idik. Tahsilime İstanbul'da bir okulda devam edecektim. Hayallerime ulaşmama çok az bir zaman kalmıştı.

''Bekle beni İstanbul ben geliyorum.''

Diri diri gömüleceğim o ihtişamlı şehre gitmenin heyecanı içimden dolup taşıyordu.

Okulların tatil olmasına sadece 1 ay kalmıştı ve 1 ay sonra taşınabilecektik. Günler geçmez olmuştu sanki.

Nereden bilebilirdim ki çocukluğumun elinden çalınacağı şehre gitmenin heyecanını yaşadığımı...

Günler günleri kovaladı ve ayrılık vakti gelip çattı.Babam okullar kapandıktan sonra İstanbul'a giderek orada ki hazırlıkları tamamlarken bende annem ile burada ki hazırlıklarımızı tamamlamaya çalışıyorduk.

Hazırlıklar tamamlanıp İstanbul'a taşınma vakti gelip çatmıştı. Babam İstanbul'un küçük bir semtinde okula yakın küçük bir ev kiralamıştı. Çok beğenmiştim yeni evimizi.

1998 yılının Ekim ayları idi. İstanbul'da bir düzen kurmuştuk artık. Babamın görev yaptığı okulda Ayşe eğitimine başlamıştı. Ben ise evimizin bir kaç sokak ilerisinde ki okulda eğitim hayatına başlamıştım.

Hayal gibi bir şehirde hayallerime kavuştuğumu düşünüyordum oysa ki ne de çok yanılmışım!

İstanbul’a taşınmamızın üzerinden 1 sene geçmişti. 1999 yılının Temmuz ayları idi. Annem tatilimizi memlekette geçirmemizi çok istiyordu ama babamın okulda halletmesi gereken işleri olduğundan annemin bu fikri gerçekleşemeden bitmişti. Biz farkında olmadan kader ağlarını her şekilde örmüştü aslında.

Hava hiç olmadığı kadar boğucu idi o gün İstanbul'da

O kara tarih gelip çatmıştı. 17 Ağustos 1999 bugün yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. İçimde ki huzursuzluğa bir türlü engel olamıyordum. Her zaman ki gibi gelip geçici bir duygudur diyerek pek üzerinde durmamıştım...

Ailece boğaza gidip deniz havası aldıktan sonra evimize döndük. Hepimize çok iyi gelmişti boğazın o güzel esintisi.

Saat gece yarısını çok dan geçmişti. Hepimiz uyumak için odalarımıza çekildik. Evimiz küçük olduğundan 3 kardeş aynı oda da kalmak zorunda idik. Olsun bundan hiç de şikayetçi değildim çünkü ben onların küçük annesi idim.

Bir türlü uyku tutmuyordu. Pencereden göğe baktım yıldızlar çok farklı göz kırpıyordu bugün bana.Sanki elimi uzatsam yıldızları tutabileceğim mesafeye gelmiş gibiydiler.

 Artık uyumam gerekiyor diyerek ağırlaşan gözlerimi uyku ile buluşturdum...

Ve o acı an; Gece saat 03.02’yi gösteriyordu dipten kopan bir uğultu ile yerimden kalkmaya çalıştım ama bunu başaramıyordum.

Yerimden kalkıp kardeşlerimin yanına gitmeye çalışıyor fakat yerimden bir türlü kalkamıyordum. Annem ve babamın sesleri halen kulaklarımdan gitmiyor. ''Evlatlarımı kurtarın'' son sözleri bu olmuştu.

''O 45 saniye 45 yıl gibi gelmişti.''

 Ellerim ile yüzümü kapattığımı hatırlıyorum. Korku,acı, hüzün tüm duyguların birbirine karıştığı o uzun ve acı gece ailemi benden alan o Deprem!

Vedalar zordur hele birde ''Hoşcakal'' diyemediyseniz...

Aklın kabul etse de kalbin bunu asla kabul etmez. O yüzden vedalar beni her zaman korkutmuştur.

Yıkımın üzerinden kaç saat geçti bilmiyorum. Enkazdan gelen o ses bana bir anda umut olmuştu.

''Sesimi duyan var mı?''

Evet sesini duyan var...

Korkuyordum hem de hiç korkmadığım kadar.

Baktım ki korkunun ecele faydası yok ve o an bıraktım korkmayı.

Yorgunluk ve bitkinlikten kendi sesimi sadece kendime duyurabiliyordum.

Ama umut yok mu o Umut; insanı ayağa kaldıran o duygunun diğer adı. ''Umut''

Umut işte.. Umut bitmeden hayat da bitmiyormuş.

Eğer dünyanın bir adaleti varsa, bunca acının bir karşılığı olmalı diye içimden geçirmeye başladım. Evet dünyanın bir adaleti var mıydı? Eğer dünyanın adaleti varsa ben neden göçük altında idim? Ailem nerede idi. Evet adaletten bahsediyorduk öyle değil mi? Peki hayat neden bana adil davranmamıştı hem de hiç.

Gözlerimin kapanmasına mani olamıyordum. Kaç gündür burada idim onu da bilmiyordum ama tek bildiğim bir gerçek vardı ben buradan çıkamayacaktım.

Peki ya'  annem, babam, kardeşlerim...

Onlar öldü mü?

Ne soğuk bir cümledir oysa ki ölüm cümlesi. Ama insan ölüm ile burun buruna geldiği zaman bu cümle hiç de o kadar ürkütücü olmuyormuş.

Çünkü Saniyelere sığan on binlerce ölümü görmüştüm...

Çığlıkların ağıtlara, ağıtların çığlıklara karıştığı, gövdemin un ufak enkaz altında saatlerce belki de günlerce hayata tutunmaya çalıştığı, anasını babasını evladını kaybeden hayatlara tanık olmuştum ben!

Karanlığın ardından hayat veren bir elin bana uzandığını hayal meyal hatırlıyorum.

Gözlerimi açtığımda kendimi bir hastane odasında bulmuştum. Kaç gündür buradaydım?

Evet kurtulmuştum. Ama buna sevinemiyordum. Ailem; onlar da benim gibi kurtulmuşlar mıydı?

Gerçeğin acı yüzünü bir kaç gün sonra öğrendim. Depremden sadece kardeşlerim ve ben kurtulmuştum.

Annem ve babam kardeşlerimi kurtarmak için hayatlarını siper etmişlerdi. Artık kolu kanadı kırık bir insandım.

O gün acımı içime gömdün ve içime gömdüğüm acılarımla yaşanmayı öğrendim.

O adaleti olmayan dünya beni daha 10 yaşında çocukluğu elinden alınmış kocaman bir insan yapmıştı çünkü.

Hastaneden taburcu olunca koşarak evimize gittim. Yerle bir olan bir yaşamdan, bir enkaz yığınından başka birşey kalmamıştı o evlerden geriye.

Kaybedecek birşeyiniz olmayınca hayat sizi hiç olmadığınız kadar güçlü yapıyormuş.

Kaybedecek hiçbir şeyim kalmamıştı! çünkü o depremle hayallerimi de, umutlarımı da, ailemi de

kaybetmiştim  çünkü.Kardeşlerim mi?

Kardeşlerim enkazdan sağ çıkarılmış ama nerede olduklarını öğrenemedim. Annem babam ise binlercesi gibi isimsizler mezarlığında yerlerini almışlardı. Gidip başında dua okuyabileceğim bir mezarları bile yoktu.

10 yaşında hayatta yapayalnız kalmıştım. Bir anda tüm sevdiklerinizi kaybetmenin acısını yaşadınız mı? Evet ben o acı ile yıllardır yaşıyorum.

Küçük yaşta tanıştığınız kayıplar ve yıkımlar sizi erken yaşta olgunlaştırıyor. Bunu da yaşayarak öğrendim. Bazı acıların tarifi yoktur çünkü o acılar sadece yaşanır...

Annemi ve babamı kaybetmiştim. Artık o evde değillerdi. O evin hiç bir odasında yoklardı. O yüzdendir annemi ve babamı hiçbir yere sığdıramadım yıllardır mezara bile...

Yıllardır bütün acılarımı kilitleyip bir sandığa saklamışım meğerse. Konuşsam, içimde ki o kor ateş belki de sönecekti. Ama başaramadım. Acımı, hüznümü ve kederimi o kilitli sandıklarda saklıyorum yıllardır.

Acıya gömülen bir hayattan geriye yaralı bir beden kalmıştı Zeynep' den sadece geriye.

Ama o bu acıları ile yaşamayı öğrenmişti.

İçindeki cam kırıkları ile canını acıtarak yaşamayı.

Çünkü Zeynep’in yüreği o göçük altında kalmıştı.

Ailesi toprağa Zeynep ise acıya gömülmüştü ve o gömüldüğü yerden bir daha da asla çıkamadı.

17 Ağustos Marmara Depremi'nde binlerce kişi hayatını kaybetti. Ama bu kadar acının yanında, saatler, hatta günler sonra mucize haberi gelmiş ve Zeynep 140 saat sonra enkazdan kurtarılmıştı. Aradan koskoca 24 yıl geçmiş ve bu 24 yılda kardeşlerini aramaktan asla vazgeçmemişti.

 

“Hepimizin hayatında kimselere anlatamadığı şeyler vardır. Onları öyle gerilere kaldırıp saklarız ki, kendimiz bile unuturuz.”

 

''Ve bizim kaderimizi en çok doğduğumuz evler yazar.''

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Puan Durumu

Takım OM G M P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20

Çorlu Nöbetçi Eczaneler

Sidebar Alt Kısım İkili Reklam Alanından İlki 150x150
Sidebar Alt Kısım İkili Reklam Alanından İlki 150x150

E-Bülten Aboneliği