KAÇIŞ
KAÇIŞ
Benim değil bu hikaye bir başkasının hikayesi…
*Cemal
Uzun zamandır kendime ait olmayan bir hayatı yaşıyorum. Kaybettiğim kendimi bulmaya çalışırken dün ile bugün arasında sıkışıp kalan bir hayatın altında kalan bir enkaz gibiyim son zamanlarda.
Çocukluğum ve gençliğim İstanbul’un Balat semtinde geçti. Babasız büyüdüm. Babamı 7 yaşında iken elzem bir kazada kaybettim.
Annem beni okutup adam edebilmek için canını dişine katarak yıllarca çalıştı. Annem terzi idi. Evimizin bir odasını terzi atölyesi olarak kullanıyordu. Gaz lambasının altında sabaha kadar motif verdiği kıyafetleri asla unutmam. Sırf biricik oğluna babasızlığını hissettirmemek için bana hem baba hem de anne olmuştu.Cefakar anam hiç gün yüzü görmedi.
Üniversitenin iletişim fakültesi bölümünden mezun oldum.4 yıl gazetecilik okudum. Yıllarca sahalarda gece demeden gündüz demeden çalıştım. İnsanın sevdiği işi yapması kadar güzel bir şey var mı?
Bilirsiniz gazetecilik zor iştir. Hele de basın özgürlüğü kısıtlı ise her neyse… Bu sabah uyandığımda huzursuzdum Artık geceleri uyuyabilmek için aldığım antidepresanlar da bir işe yaramıyordu. Bir müddet boş gözlerle tavanı seyrederek oyalandım. Yataktan kalkacak gücü kendimde bir türlü bulamıyordum. Her şeye boş vermiş halim beni ziyadesi ile mutsuzluğa her gün daha da çok itiyordu. Hani öyle zamanlar olur ya! Hiçbir yere sığmaz insan. Ne odaya, ne sokağa ne de kendi içine. Kafamın içi cam kırıkları ile dolu hareket ettikçe daha da derine saplanıp canımı acıtan. Aslında canım yandıkça öğrendim silkelenmem gerektiğini ve düştüğüm yerden yine pes etmeden kendim kalkabilmeyi.
Bugün anacığımın ölümün 1. yılı… Onsuz geçen koskoca 365 gün. Çok uğraştım onu hayatta tutabilmek için ama başaramadım. Kanser bizden daha güçlü çıktı ve bana can veren, benim için kendini feda eden biricik anamı benden aldı. Avuçlarımın arasında kayıp gitti ve ben sadece izledim. Evet bugün benim için çok zor bir gün olacak. Aylardır kendimi hapsettiğim bu odadan çıkıp gün yüzüne çıkacaktım.
Buna hazır mıydım? Bilmiyordum! En sevdiği çiçeklerden bir buket yaptırıp Aşiyan yolunu tuttum.
*Mihra
1988 yılında Mardin’in Süryani bir köyünde dünya ya gözlerimi açtım.
Türk'ü, Arap'ı, Kürt'ü, Süryani’si, Ermeni’si, Ezidi’si ile birlikte yaşayan 7 bin yıllık bu kentte geçti çocukluğum ve gençliğim.
Yenilgiyi ve büyük kayıpları küçücük yaşında görmüş ve tanımıştım. Annem beni dünya ya getirirken ölmüş. Babam annemin ölümünden hep beni sorumlu tutmuştu.
Bakışlarındaki kin ve nefret ile büyüdüm beni hiçbir zaman kızı olarak bağrına basmadı, alıştım aslında bu duyguya; sevmek ve sevilmek bu iki hissi yaşamadan büyüdüm…
Hayatın hep acı yüzünü görmüştüm oysaki; mutluluk sorusu nedir diye sorulduğunda! boğazıma bir yumruk oturur ve cevap verememenin hüznü ile iç dünyama daha da kapanırdım.
Sahi neydi mutluluk? Bizi ayakta tutan duygu muydu? yoksa bizi yaşama bağlayan ip miydi? Yıllar önce tanışmış mıydık? yoksa birilerinde mi görmüştük!
Ne çabuk unuttuk mutluluğu, mutlu olmayı.
Mutluluk sadece anılar da saklı kalan çocukluğumuz muydu? Neydi sahiden mutluluk?
Mutluluğun tarifini bir türlü yapamamıştım. Küçücük yaşta annesini kaybeden bir çocuğun bedenini taşıyordum halen. Yarım yaşanan bir hayattan neyin tam olması beklenebilirdi ki!
Babam annemin ölümünden sonra dayısının kızı ile evlenmek zorunda kaldı. En büyüğü 9 yaşında olmak üzere 4 tane çocuğu vardı. Hem çalışıp hem de onlara babalık yapamazdı. Babam ahşap ustasıydı. Atölyesinde değişik motiflerle süslenmiş kapılar, pencereler yapardı. Üzerlerinde hayat ağacı, kemerler kısacası; Mardin tarihini yansıtan motifler… Usta elleri ile ağaçları birleştirince ortaya sanat eserleri çıkardı.
Mardin’i gezenler bilir; Mardin’in meşhur taş evlerinin ve kapılarının ihtişamını… Bu evlerin özelliği; Yüksek tavanlı olmasıdır. Bunun sebebi de kışın soğuğundan, yazın sıcağından korunması için içe dönük olarak inşa edilmiş olmasıdır.
İşte o kapıların ustası benim babamdı. Ağaçla sanatı buluşturan adam Ahşap ustası Gabro…
Ataerkil toplumlarda; O bölgenin sosyal, kültürel ve ekonomik geri kalmışlığında, “feodal düzen” olarak da ifade edilen aşiret ve sisteminin içinde sıkışıp kalan bir hayattı aslında Mihra’nın hayatı.
Bu feodal yapının, sosyal dokuda incelenip kaleme aktarılması, Mihra’nın hikayesinde hayat bulacaktı.
Kimse yaşayacağı hayatı ve kaderini kendi seçemiyormuş. Bunu Mihra’nın hayatına dokununca bir kez daha iyi anladım…
Ne kadar yürüdüm, nereye yürüdüm artık bilmiyordum. Ayaklarım artık beni götüremez olmuştu.
Bir bilinmezlikte yolumu kaybetmiştim.
Yaşadığım onca acıdan kederden sonra kendimi yeniden bulabilmek adına çıktığım bu yolculuk da acaba kendimi bulabilecek miydim ki?
Her zaman kendi kendime şu sözleri söyleyerek hayatta kalmaya çalıştım.
‘‘İnsanın kaybedeceği bir şeyi yok ise hayatı korkusuzca yaşar. Evet benim de kaybedecek hiçbir şeyim yoktu ya da ben öyle biliyordum; ta ki o karşısına çıkana kadar…
Öyle yorgundum ki! biri çıksa önüme beni durdursa, ayağım bir taşa takılsa da düşsem. Birileri, bir şeyler beni durdursa...
‘‘Törenin ateşinde yanan genç bir kız, duygularını kaybetmiş bir adam. Törenin ateşinde savrulan hayatlar...’’
Bin dokuz yüz doksan altı yılının Nisan ayı idi; tesadüfen karşılaşmıştım onunla. İşte o diye mırıldandığımı hatırlıyorum. Görür görmez tanımıştım aslında. Gözlerindeki hüzün ve acı bana hiç de yabancı gelmemişti. Evet onu hüznünden tanımıştım.
O ana kadar ne adını duymuştum ne de yüzünü görmüştüm. Tesadüf ya! hayat onu İstanbul’un buram buram tarih kokan Balat semtinde karşıma çıkarmıştı.
Çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği bu şehir; sokağı döndüğünüzde rengarenk cumbalı evleri, sokak aralarında ip üzerine ustalıkla serilmiş çamaşırları, vintoge dükkanları, merdivenli yokuşları, Arnavut kaldırımları, tarihi sinagogları ile tarihi mekanlara ev sahipliği yapmış ve üç büyük dinin (Müslümanlık, Hristiyanlık ve Yahudilik) yüzyıllarca birbirine komşu yaşadığı Balat semti…
Bir şeylerden kaçtığı belli idi. Yüzündeki o tedirginlik ve gözlerindeki korku! Bu hissi çok iyi bilirim. Birilerinden ve bir şeyler den kaçıyorsanız şayet her gölge size tanıdık gelir.
Kaçtığı şey her ne ise onu buralara kadar getirmişti. Elinde bavulu nereye gideceğini bilmeyen, korkulu gözlerle oturduğu banktan çevresinde olup bitenleri usulca izleyen yalnız bir kadın…
Belli ki hayatında yolunda gitmeyen bir şeyler vardı! Saatlerce uzaktan onu izledim. İçimdeki onunla tanışma istediğini bir türlü dizginlemiyordum. Yavaş adımlarla oturduğu bankın yanındaki banka geçip oturdum.
Yarım saatten uzun bir süre sessizce onu izlemeye devam ettim. Karşı karşıyaydık yorgun ve yılgındı.
Havada iyiden iyiye kararmaya başlamıştı. Denizden gelen meltem ile içim ürpermişti. Bir ara göz göze geldik. Elleri koynunda belli ki üşüyordu. Sokağın karşısında ‘’ Ne zaman bir şeylerden birilerinden kaçmak istesem gittiğim o köhne kafede çay içmek istediğimi söylesem beni yanlış anlar mıydı?’’
Düşünceler içerisinde boğuşurken birden ağzımdan Merhaba! Benim adım Cemal diye çıkıverdi. Oda bende şaşırmıştık. Kısık ve ürkek bir sesle bende ‘Mihra’ dedi.
‘’Saatlerdir sizi izliyorum anlaşılan buralarda yabancısınız sizi daha önce hiç bu semtte görmedim. Gece serinliği çökmeye başladı sokağın karşısında sürekli gittiğim bir kafe var orada çay içeceğim. İsterseniz bana eşlik edebilirsiniz!..’’ Kaşlarını çattı ve cevap vermeden uzun uzun yüzeme baktı. Bakışlarında ki hiddet ile anlatmak istediğini anlamıştım aslında haksız da sayılmazdı.
İstanbul gibi metropol bir şehirde tanımadığı bir adam ile oturup çay içecek değildi ya! Kendi kendime hayıflandım.
Bir hışım yerinden kalktı ve gecenin karanlığında kaybolmak istercesine hızlı adımlarla bilmediği şehrin sokaklarında kayboldu.
Kaybolduğu karanlık sokaklarda arkasına düştüm belki bir umut bulurum diye.
Gökten boşalırcasına yağmur yağmaya başladı. ‘’ Hay Allah nerede bu kızcağız’’ diye söylenirken birden silueti karşımda beliriverdi. Bir köşeye sığınmış yağmurun dinmesini bekliyordu… Onu korkutmak gibi bir niyetim yoktu sadece ona yardım etmek istiyordum. Ama ona bunu nasıl anlatabilirdim ki!..
Mistik bir duruşu vardı. Simsiyah saçları, kömür gibi gözleri, burnundaki pırlanta hızması ve çenesindeki dövmesi ile adete masal kahramanı gibiydi.
Buram buram Mezopotamya kokuyordu.
Tıpkı kumdan bir söz, Rüzgar’dan bir fısıltı gibiydi. Çokça hırpalanmış ve çokça da yorgun idi.
‘’Pencereden gözüken görüntü bakan göze göre değişir’’ diyor Rudolph.
Adı ‘’Mihra’’ idi! gerçekten de dünyaya indirilmiş bir melekti. Duru, saf ve temiz…
Onu korkutmadan ona yardımcı olmak istediğimi nasıl anlatacaktım ki?
Yağan yağmura aldırış etmeden usulca yanına yaklaştım gözlerinin içine bakarak; benden korkma lütfen! amacım sadece sana yardım etmek. ''İstanbul'un bu caddeleri bu saatte pek tekin olmaz. Gidecek bir yerin var mı? geceyi sokaklarda geçiremezsin. Hava yağmurlu ve soğuk. Eğer istersen birkaç sokak ötede evim var. En azından bu geceyi orada geçir yarın bir çözüm buluruz … Korkma ben başka yerde kalacağım anahtarı sana vereceğim kapıyı arkadan kitle ve uyu olur mu?''
Aramızda bir sessizlik hakimdi ama yapacak başka bir şeyi de yoktu. İster istemez teklifimi kabul etti ve İstanbul'un karanlık sokaklarında eve doğru yol aldık...
Geceyi gazetede birlikte çalıştığımız arkadaşımın evinde geçirdim. Ama aklım hep onda idi.
Sabahın ilk ışıkları ile hazırlanıp yola çıktım. Mahallenin bakkalından kahvaltılık bir şeyler aldım, sonrada fırından iki tane dumanı üstünde sıcak ekmek alıp evin yolunu tuttum.
Kapıya geldiğimde kalbim yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu. Kapıyı yavaşça çaldım; korkmaması için de ''Ben Cemal'' diye kendimi tanıttım. Korkarak kapıyı açtı ve iki adım geriye çekildi. Ağzından tek bir kelime çıkmıyordu. Yine sessizliği bozma görevi bana düşüyordu anlaşılan. '' Acıkmışsındır fırından sıcacık ekmek aldım demli bir çay demleyeyim güzel bir kahvaltı yapalım diyerek mutfağa doğru yol aldım.
Salonda bir köşede oturup sessizce bekledi.
Birlikte kahvaltıya oturduk ama bir lokma yemiyordu. ‘’Böyle olmaz aç ve yorgun daha fazla dayanamazsın zorla da olsa birkaç lokma yemek zorundasın!..’’ Israrlarım karşılık vermişti.
Biraz kendinden bahsetmek ister misin? ama dur önce ben kendimden bahsedeyim. Adım Cemal. Balat da doğdum ve büyüdüm. Gazateciyim. Anacığımı geçen sene kaybettikten sonra kendimi bu eve hapsettim ta ki düne kadar. Dün kabrini ziyarete gitmiştim ve dönüşte seninle karşılaştım. Uzun uzun saatlerce seni izledim bir derdin vardı besbelli sakın beni yanlış anlama, sadece sana yardımcı olmak istiyorum. Çocukluğum ve gençliğim çok zor geçti. Büyük mücadeleler vererek bu yaşıma geldim. Sana bakınca geçmişteki Cemal'i gördüm... Biraz sende kendinden bahsetmek ister misin! dememle kısık bir sesle anlatmaya başladı. O anlattı ben ise dinledim.
Adım Mihra; Süryani’yim. Annem beni doğururken vefat etmiş. Annemi hiç tanımadım anne sevgisi nedir hiç bilmedim. Babam annemin ölümünden hep beni sorumlu tuttu. Benim doğduğum gece; gök yarılırcasına yağmur yağıyormuş. Gök gürültüsünün sesi ile annemin çığlıklarının birbirine karıştığı bir gece de dünyaya gözlerimi açtım. Keşke hiç doğmasaydım da annem yaşıyor olsaydı.
'' Bu sözleri söylerken boğazı düğümlendi, gözleri doldu '' Babam dan bahsediyordum! Babam; ahşap ustası Galo usta beni hiç sevmedi ya her neyse;
Müslüman birini sevdim ama babam vermedi. Öfkesinden deliye döndü ve beni odama kilitledi. Gün yüzüne çıkmam yasaktı. Kendi kültürümüzden birini sevmediğim için beni cezalandırmıştı.
İnsanı insandan ayırmak olur mu hiç!
İnsanoğlunun resmini üzerine çizmiş olan o Coğrafya da açan bir çiçek idi Mihra.
Hikayemiz böyle başlamıştı Mihra ile; yağmurlu bir Balat sokağında ben kaybettiğim anıların hüznü oda kavuşamadığı sevdasının hüznü ile yollara düşmüştü. Yolunu kaybettiği bir balat sokağında tesadüf ya! hayat onu karşıma çıkarmıştı.
Mihra İlkokuldan sonra eğitim hayatına devam edememişti. Yüreği okumakla yanıp tutuşan bir genç kız ki! hiç unutmam bir keresinde bana (Okusaydım doktor olacaktım. Kadın doğum doktoru.Annem gibi köyde yaşayan kadınlar çocuklarını dünyaya getirirken ölmesinler diye) söylemişti. Yüreğime ok gibi saplanmıştı bu sözleri.
Babasının isteği evliliği yapmadığı ve Müslüman bir gence gönlünü verdiği için cezalandırmıştı. Mihra'da çareyi çocukluğunun geçtiği o şehirden kaçarak bulmuştu.
Kaderimiz verdiğimiz kararlarla şekillenir. (Ya da vermek olduğumuz)
Yaşadığı coğrafya kaderi miydi Mihra'nın?
Evet Mihra ve Cemal'in rastlantılar sonrası kesişen yaşantısına şimdilik kısa bir ara verip bir sonraki yazımda;
Mihra ile Cemal için günler su gibi gelip geçiyordu. Belli ki aralarında filizlenen bu aşk bir çığ gibi büyüyecekti.
Cemal gazete de ara verdiği işine devam etmeye başlamıştı. Mihra ise kendisine yeni bir hayat kurabilmek adına çabalıyordu. Ne zamana kadar Cemal’in misafiri olarak yaşayabilirdi ki burada.
Acaba! Babam ve ağabeylerim beni halen arıyorlar mı? Diye içinden geçirirken birden bire ürperdi. Tüm vücudu kaskatı kesilmişti. Düşüncesi ile böyle oluyorum ya beni bulurlarsa… Hadi kendimi geçtim ya Cemal! Onu nasıl koruyacaktı.
Düşüncelerin arasında kaybolup gitmişken birden kapının zilini duydu ve yerinden kalkıp koşarak kapıya gitti. Beklediği kişi gelmişti. Onu varlığı ile tekrardan hayat bağlayan Cemal.
Birbirlerine yol arkadaşı olmuşlardı. Birbirlerinde kendilerini bulmuş ve eksik parçalarını tamamlamışlardı çünkü…
Gerçek aşklar da böyle olmuyor mu? Seni tamamlayan diğer parçanın adı aşk değil de nedir?
Mihra farkında değildi ama kendi karanlığına Cemal’i de çekmeye başlamıştı…
Kapıda ki Cemal idi. Bugün yemeği beraber yemeleri için onu deniz kenarında güzel bir restoranta davet etti.
Mihra dört duvar arasında çok sıkılmıştım benim içinde güzel olur dedi ve teklifi kabul etti.
Cemal: Saat 08:00 da hazır ol. Seni çok güzel bir yere götüreceği diyerek üst kattaki dairesine doğru ilerledi.
Mihra evden kaçarken yanında üç beş parça kıyafet ile gelmişti. Ayrıca böyle yerlere giderken ne giyinir ki diyerek dolabın altını üstüne getirdi ve en sonunda siyah bir elbisesinde karar kıldı.
O duru güzelliği ile bütünleşen siyah elbisesin içinde her zaman ki gibi o eşsiz güzeli ile Cemali bir kez daha büyüsü altına almıştı.
Annesinin kaybından sonra bir kadına bu denli bağlanacağı aklına bile gelmezken başına gelmişti. Ama bir sorun vardı Mihra tam olarak kimdi? Ve kimlerden kaçıyordu?
Bugününü bu düşüncelerle kendisine zehir etmeyecekti. Sevdiği kadın her ne kadar ondan uzak olsa da elini uzatsa tutabileceği mesafede idi.
O simsiyah upuzun saçları, kocaman kara gözleri, hızması, dövmesi sanki dünyaya gönderilmiş bir melekti. O kadar kusursuz bir güzelliğe sahipti ki! Mihra Cemal’in tüm hayatını doldurmuştu bir anda…
Birlikte İstanbul’un eşsiz manzarasında akşam yemeklerini yedikten sonra biraz boğazın eşsiz maviliğinde kız kulesine karşı oturup uzun bir sessizliğin eşliğinde manzarayı izlediler.
Her zaman ki gibi sessizliği bozan yine Cemal oldu.
Kız Kulesi’nin hikayesini biliyor musun Mihra! diyerek başladı anlatmaya…
İki kıtanın buluştuğu noktada, İstanbul Boğazı'nın ortasında konumlanan Kız Kulesi, 2500 yıllık tarihiyle Antik Çağ'dan Bizans'a, Bizans'tan Osmanlı'ya kadar tüm dönemlere şahitlik etmiş. Gizemli edasıyla denizin ortasında tek başına gözcülük etmiş koca İstanbul'a.
"İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kız Kulesi'nin aklı olsa
Galata Kulesi'ne varır
Bir sürü çocukları olur"
Ne güzel anlatmış değil mi Bedri Rahmi Eyüboğlu... İşte böylesine hayranlık uyandırır, uğruna şiirler yazdırır Üsküdar'a tatlı tatlı gülümseyen Kız Kulesi...
Kız Kulesi'nin bir efsanesi var, üstelik o kadar romantik ki… Efsaneye göre Kız Kulesi ile Galata Kulesi birbirine aşıktır ama aralarında bulunan İstanbul Boğazı, sevgililerin kavuşmasını engellemektedir. Galata Kulesi aşkını yıllarca mektuplara yazar ve Kız Kulesi'ne olan hasretini kelimelere döker. Hezarfen Ahmet Çelebi de uçma hayalini gerçekleştirmek için buraya çıktığında, Galata Kulesi onun kulağına Kız Kulesi'ne olan aşkını fısıldar ve mektupları ona verir. İstanbul'un üflediği rüzgarı arkasına alan Hezarfen, mektupları Kız Kulesi'ne ulaştırır. Aşkının platonik olmadığını anlayan Kız Kulesi, sevinçten havaya uçar. Bu iki aşığın birbirlerine duydukları bu derin duygular onların yüzyıllara meydan okumasına yardımcı olmuş, İstanbul'un en güzel manzarasını oluşturmuşlardır.
Ne zaman moralim bozuk olsa buraya gelir saatlerce kız kulesini izlerim Mihra…
Artık daha da anlamlı çünkü sen varsın dedikten sonra dönüp Mihra’ya baktı ve Mihranın gözündeki akan yaşları elleriyle sildi.
Cemal bizim bir sonumuz olamaz ne olur bana da kendine de bunu yapma! Deyip oturduğu yerden ayağa kalkarak gitmek istiyorum deyip Cemal’in düşüncelerine ve hislerine ağır bir kilit vurdu.
Cemal ne demek istediğini anlayamamıştı sabaha kadar uyku tutmadı. Dçnüp bir sigara daha yakmak için masaya yöneldiğinde sigara paketinin de boşaldığını gördü. Sabaha kadar 1 paket sigarayı çoktan bitirmişti.
Derin düşünceler arasında Mihra’nın gülüşü yüzüne tebessümü kondurmuştu. Onsuz yapamazdı artık. Çok seviyordu çünkü Mihra’yı…
***
Gabro ve oğulları çoktan İstanbul yollarını tutumuş ve her köşede Mihrayı aramaya başlamışlardı bile…
Mihra’nın içinde bir huzursuzlukla uyandı. Bugün günlerden Pazar deyip hızlıca evden çıkıp üst katta ki Cemal’in kapısında aldı soluğu…Tedirgin bir halde 2 defa kapıya vurdu ve Cemal’i karşısında görünce içindeki tüm huzursuzluğun yerini bir anda bir mutluluk aldı.
‘’Birlikte kahvaltı yapalım mı seninle konuşacaklarım var cemal!’’ deyip Cemal’i kahvaltıya davet etti. Cemal bu hiç hayır dermi aradığı fırsat altın tepsi ile önüne konmuştu… Sıcak ekmek alıp geliyorum deyip evet karşılığını çoktan vermişti bile…
Balatın tarih kokan evlerinin balkonunda güzel bir Pazar kahvaltısı hayali bile insanın içine huzur veriyor.
Mihra çayından bir yudum içti ve kapkara kocaman gözleri ile Cemal’e baktı, boğazını temizleyip; Cemal! Benim artık buradan ayrılmam gerekiyor demesi ile Cemal’in yüzündeki o anlamsız ifade ve sessizlik.
Hayır yıllar sonra bulduğu ve sevdiği kadını böyle kolayca kaybedemezdi…
Neden Mihra?
Nereye gideceksin koskoca İstanbul burası, yol bilmezsin iz bilmezsin hayır hayır seni bırakamam. Lütfen bu anlamsız düşünleri çıkar aklından.
Burada benimle kalmaya devam edeceksin demesiyle Mihradan hiç beklemediği o cevapla birden sarsılması
Cemal ne olarak burada kalmaya devam edeceğim…
Evet Cemal’i yerle bir eden o soru?
Cemal’in hayatında Mihra’nın yeri nerede idi. Komşu mu, evinde oturan kiracısımı… Mihra cemal’in neyi idi?
Bir süre sessizliğin ardından cemal; karım olarak Mihra…
Mihra beklemediği bu cevap karşısında donakaldı.
Cemale dönerek cemal dedi ve sözlerine başladı.
Ben Mardinden sırf benim ile aynı kültürden birine gönül vermediğim için sevdiğim adama kavuşamadım.. Ailem buna izin vermez sana zarar gelsin istemiyorum. Bırak beni yoluma gideyim. Bu sevda ikimize de yakacak cemal.
Cemal: Sen yanımda olduktan sonra seninle ölüme bile giderim Mihra!
Yeter ki tut elimi…
Evet hikayemiz tam da burada başladı aslında. Cemal ve Mihranın imkasız aşklarından.
Mihra her zaman ki gibi ( cevabı olmadığı sorularda izin ister ve masadan kalkar kendi sessizliğine kapanırdı.)
Yine aynısı yapmak için Cemalden izin isteyerek masadan kalkıp her zaman ki köşesine çekilip çayını yudumlamaya devam etti. Belki 1 saat odanın içinde derin bir sessizlik baş gösterdi.
Cemal sorduğu sorunun cevabını alamamıştı.
O gün öyle derin bir sessizlikle geçip gitti.
Mihra kararını vermişti. Cemal’den ve balat’dan sonsuza kadar ayrılacaktı.
Sabah olup Cemal’in gazeteye gitmesi ile geceden yazdığı notu masaya iliştirip geldiği o sessizlikten tekrar o bilinmez sessizliğe yol aldı.
Uzun bir süre İstanbul sokaklarında yürüdü. Artık ayakları onu götüremez olmuştu. Aklı hep Cemal de idi. Cemal’in yokluğunu daha şimdiden tüm hücrelerinde hissetmeye başlamıştı. Kendi kendine zihnindeki sorularla bir bilinemzliğe yol alırken artık ayakları onu götüremez olmuştu. Bir köşede sesszice oturup gözyaşlarını içine akıtarak ağladı belki saatlerce ağladı.
Gece hafiften geldiğini belli etmeye başlamıştı bile…
Olmasa da çok güzeldi çünkü bu sevgi ona bir ömür yetecekti…
Cemal gazeteden eve gelince ilk işi alt katta ki komşusu Mihra’nın kapısını çalmak olurdu. Onu görmeden eve geçemezdi.
Bugün de aynı şekilde yaptı ama kapıyı açan kimse olmadı. İçini müthiş bir korku sarmıştı.
Birden yolları kesişen iki insan birden tekrar kendi yollarına doğru yol almaya başlamışlardı.
Cebinden anahtarı çıkarıp kapıyı açmaya çalıştı Ama nafile elleri titrediğinden bunu başaramıyordu.. Ya babası gelip öldürdüyse, ya zorla alıp götürdüyse onu yalnız bırakmamalıydım!..Artık aklındaki düşünceler birbiri ile çatışıyordu.
Sonunda kapıyı açmayı başardı ve hızlıca salona gitti.
Masada bir mektup ve bir kolye duruyordu ve mektubun içinde şu sözler yazıyordu.
Sevgili Cemal; iki farklı coğrafyanın iki farklı insanıyız. Biz birbirimize yar olamayız. Evet seni sevdim hem de öylesine çok sevdim ki bir ömür bu sevgini yüreğimde taşıyacağım.
Babam ve ağabeylerim beni bulmadan durmayacaklar. Kendi karanlığıma seni de sürükleyemem ben, sana bunu yapamam. Sen çok iyi bir insansın ben sende kendimi buldum cemal sana bakınca aynadaki beni gördüm. İki yaşanmamış ve yaşanamayacak hayatın iki baş kahramanıyız biz seninle…
Vedalaşamadım diye sakın kızma bana olur mu? Vedaları oldum olası sevmem hele de bir daha kavuşamayacaksam.
Ben bir anda hayatına girdiğim gibi bir an da hayatından çıkıyorum lakin aklım, fikrim ve de yüreğim Balatalı cemal de kalacak bir ömür.
Beni affet Cemal ve yoluna kaldığın yerden devam et.
Mihra…
Elinde ki mektup ile gözyaşları birbiri ile buluşmuştu. Kolyeyi eline aldı ve kolyenin kapağını açtıgında Mihra ve kendisinin resmini gördü. Artık nefes alamıyordu.
Nasıl bırakır beni…
Bir veda etmeden nasıl gider. Hep yanımda olsaydı onunla tüm engellere göğüs ğermeye razıydım ben.
Mihram sende mi bırakıp gittin beni ve beni bu derin yalnızlığımla bir kez daha baş başa bıraktın…
Bir süre oturduğu yerde sessizce bekledi. Odanın içi kararmıştı belli ki gece oldu. Mihram koskoca İstanbul’da nereye gideceksin, ne yapacaksın yol bilezsin iz bilmezsin üstelik cebinde paran bile yok. Hızlıca yerinden kalktı ve koşarak kensini Balat’ın o karanlık sokaklarına attı. Hayır seni bırakamam Mihra’m sonunda ölümde olsa seni bırakamam…
Gecenin o sessiz karanlığında bir süre yürüdü. Her yere baktı sordu ama nafile kimse görmemişti. Elleri bomboş dönemezdi evine. Mihra’yı kaybedemezdi. Bulacaktı bulmak zorunda idi.
Saatlerce yollarda yürüdü. Zamanın farkında bile değildi. Zaten Mihrasız zaman bile umurunda değildi…
Sabah ilk ışıklarını göstermeye başlamıştı. Saatlerce İstanbul sokaklarında yürümüş aklına gelen her yere bakmıştı, otogarlarda dahil olmak üzere ama yoktu Mihra! Mihrasını bulamamıştı.
Çaresiz evine dönmek üzere Balat yolunu tuttu…
Mihra ise Cemali tamamen yüreğine gömüp geldiği yere Mardin’e dönmek için yola çıkmıştıu bile! Çünkü biliyordu ki bu aşk sadece kendisinin değil Cemal’inde sonu olacaktı. Bunu sevdiği adama yapamazdı.
Cemal vazgeçer mi Mihradan evet tam da öyle oldu…Mihra’yı kaybedemezdi çünkü Mihra ile beraber kendinide kaybederdi.
Sabahın ilk ışıkları ile Mardin yollarını tuttu…
Bir umut bulacaktı onu…
Mihra evine dönerek zaten yenilgiyi kabul etmişti. Babasının istediği adamla evlenecekti.
Abileri düğün gününe kadar odaya kilitlemişlerdi Mihrayı.
Sadece camdan dışarı bakabiliyordu. Özgürlüğü o camın kenarında bulabiliyordu.
Günler günleri kovaladı ve Cemali artık Mihra’yı bulmuştu. Çekip onu götürecekti buralardan bilmedikleri ve yaşayamadıkları aşklarını yaşayacaklardı.
Taş ustası Gabro ağanın evini bulmuştu. Şehrin dışında bir yer eviydi. Burada gece olmasını bekledi.
Gece olup el ayak çekilince sesizce evin bahçesinden içeri girdi. Gecenin derin sessizliğinde Mihraya kavuşma hayalleri kuruyordu. Uzaktan bir gölge görünce ürperip agacın arkasına saklandı ve izlemeye başladı. Ay gibi parlıyorsu Mihranın güzelliği olduğu terden hızlıca çıkıp Mihra’nın yanına koştu ve evet mihrası artık karşısındaydı.
Cemal’i gören Mihra birden heyecan ve korku ile çığlık atmamak için ağzını sıkıca kapattı.
Cemal senin ne işin var burada ölmek mi istiyorsun sen. Babam ve ağabeylerim evde seni görürlerse ne olacağını biliyor musun’
Mihram ölüm bile umurumda değil seni buldum ya!
Olmaz Cemal olmaz ailem beni sana vermez. Yapma etme geldiğin gibi dön hayatına… Bu aşk bize sadece mezar olur…
Seni almadan gitmeyeceğim mihram sende bunu bil.
Acı sadece fiziksel midir? İnsanın ruhu acımaz mı? Ruhum acıyor Mihram sensizlik, yokluğun ruhumu kalbimi acıtıyor.
Seni şehrin dışındaki o yıkık evin oradan bekleyeceğim ve seni almadan da buradan gitmeyeceğim.
Ama bu odada kilitliyim çıkamam zaten çıksam da bizi yakalamaları uzun sürmez yapamam Cemal lütfen kendi hayatına geri dön bana o hayatta yer yok. Biz iki farklı coğrafyanın iki farklı insanlarıyız. Bana da kendine de bu acıyı yaşatma unut beni unut sevgimizi ve git artık…
Seni almadan gitmeyeceğim Mihram sende bunu bil. Seni bekliyor olacağım orada deyip karanlıkta kayboldu.
Mihranın içine bir ateş düşmüştü. Törelere ikinci kez karşı gelirse başına neler geleceğini biliyordu. Bir tarafta duyguları diğer tarafta aklı birbiri ile bir savaşa çoktan başlamıştı bile…
Sabahın ilk ışıkları ile Mihra bir bahane bulup odadan çıkmayı başardı ama başına geleceklerden habersizdi.
Gece ki konuşmlarına abisinin kulak misafiri olduğundan habersizdi.
Evden hızlılca çıkıp koşarak Cemaline gitti.
Gittiğinde Cemali yoktu her yere baktı ama Cemalini bulamadı tam geri dönmek içini arkasını döndü ki ne görsün büyük abisi karşında Mihra ne yapacağını şaşırmış vaziyette olduğu yerde kalakaldı.
Abim yapma etme onun bir suçu yok, tek suçu bana gönül vermek
Ne olur ona zarar verdiğini söyleme. Bırak gitsin ne istersen yapacağım diye abisinin ayaklarına kapanıp ağlamaya başladı.
Abisi eğilip Mihrayı olduğu yerden kaldırdı ve şu sözleri fısıldadı kulağına: Çok mu seviyorsun onu Mihram güzel kardeşim?
Mihra duyduğu bu sözler karşısında dona kaldı ne diyeceğini şaşırdı.
Bende sevdim Mihram ama töreler yüzünden kavuşamadım. Bilirim aşkın ateşinin nasıl kavurduğunu.
Şimdi arkana bakmadan koş sevdiğin adama git seni bekliyor ilerideki kayalıklarda.
Koş sevdiğin adama git ben kavuşamadım sen kavuş. Ya babam ona ne diyeceksin abim!
Mihram güzel bacım git ve arkana bakma biraz daha burada kalırsan yakalanacağız. Koş sevdiğin adam seni bekliyor!
Mihra koşarak sevdiği adama doğru yol almaya başladı.
Evet İstanbul Balatta başlayan aşk hikayemiz Mardinde son buldu. Aşklarının büyüklüğü törenin önüne geçmişti.
Cemal ve Mihra birbirine kavuşmuşlardı.
Bize de onların bu büyük sevgisini hikaye yapmak düşerdi.
İki farklı kültür, iki farklı yaşam... Farklılıklar aşkın önünde bir engel midir?
Biz Mihra ve Cemal’in aşkında bunu hep birlikte gördük. Sevginin önüne hiçbir engelin geçemeyeceğini ve Bu hikâyenin derinliklerinde sanırım herkes kendi hayallerini ya da yaşadıklarını bulacak.
Sevdiklerinize sımsıkı sarılın ve onları asla bırakmayın.
‘’Mardin'in nahit taşları gibi
sarı solgun bir havada,
İnadına soğuk, inadına keskin,
Onu bekliyor eyvanda,
Saçları sıkım sıkım örülü Mardin güzeli,
Sokağın başında belirecek sevdiği,
Merdivenleri koşarak inecek…
Bir kez yanımdan gel geç
Aklım al başımdan
Mardin güzeli...
Mihram!
Şimdi kapıyı açıp girdiğim zaman beni soğuk bir sessizliğin karşıladığı küçük evde senin güler yüzün tarafından karşılanmamak bana acıların en büyüğü Mihram. Biliyor musun?
Çünkü bu hikaye; Bu sadece romantik bir hikâye değil, farklı boyutları ve yıkıcı sonuçları da olan bir hikaye idi.









0 Yorum