Mihra
Mihra
Mihra
Benim değil bu hikaye bir başkasının hikayesi…
Bu feodal yapının, sosyal dokuda incelenip kaleme aktarılması, Mihra’nın hikayesinde hayat buldu.
Kimse yaşayacağı hayatı ve kaderini kendi seçemiyormuş.
Bunu Mihra’nın hayatına dokununca bir kez daha iyi anladım.
‘‘Törenin ateşinde yanan genç bir kız ile duygularını kaybetmiş bir genç bir adam ve törenin ateşinde savrulan hayatlar!..’’
***
*Mihra
1988 yılında Mardin’in Süryani bir köyünde dünyaya gözlerini açtı.
Türkü, Arabi, Kürdü, Süryani'si, Ermeni'si ve Yezidi'si ile birlikte yaşayan 7 bin yıllık bu kentte geçti çocukluğu ve gençliği.
Bin dokuz yüz doksan altı yılının Nisan ayı idi; tesadüfen karşılaşmışlardı birbirleri ile… Görür görmez tanımıştı aslında. Gözlerindeki hüzün ve acı Cemal’e hiç de yabancı gelmemişti. Evet onu hüznünden tanımıştı.
O ana kadar ne adını duymuştu ne de yüzünü görmüştü oysa ki!..
Tesadüf ya! hayat onu İstanbul’un buram buram tarih kokan Balat semtinde karşısına çıkarmıştı.
***
Cemal:
Çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği bu şehir; sokağı döndüğünüzde rengarenk cumbalı evleri, sokak aralarında ip üzerine ustalıkla serilmiş çamaşırları, vintoge dükkanları, merdivenli yokuşları, Arnavut kaldırımları, tarihi sinagogları ile tarihi mekanlara ev sahipliği yapmış ve üç büyük dinin (Müslümanlık, Hristiyanlık ve Yahudilik) yüzyıllarca birbirine komşu yaşadığı Balat semti…
Mistik bir duruşu vardı. Simsiyah saçları, kömür gibi gözleri, burnundaki pırlanta hızması ve çenesindeki dövmesi ile adete masal kahramanı gibiydi.
Buram buram Mezopotamya kokuyordu.
Tıpkı kumdan bir söz, Rüzgar’dan bir fısıltı gibiydi. Çokça hırpalanmış ve çokça da yorgun idi.
‘’Pencereden gözüken görüntü bakan göze göre değişir’’ diyor Rudolph.
Adı ‘’Mihra’’ idi! gerçekten de dünyaya indirilmiş bir melekti. Duru, saf ve temiz Mihra…
İnsanı insandan ayırmak olur mu hiç!
İnsanoğlunun resmini üzerine çizmiş olan o Coğrafya da açan bir çiçek idi Mihra.
Hikayemiz tam da böyle başlamıştı… yağmurlu bir Balat sokağında Cemal kaybettiği anıların hüznü Mihra’da kavuşamadığı sevdasının hüznü ile yollara düşmüştü. Yolunu kaybettiği bir balat sokağında tesadüf ya! hayat onları karşılaştırmıştı.
***
Mihra ile Cemal için günler su gibi gelip geçiyordu. Belli ki aralarında filizlenen bu aşk bir çığ gibi büyüyecekti.
Cemal gazete de ara verdiği işine devam etmeye başlamıştı. Mihra ise kendisine yeni bir hayat kurabilmek adına çabalıyordu. Ne zamana kadar Cemal’in misafiri olarak yaşayabilirdi ki bu evde.
Acaba! ‘’Babam ve ağabeylerim beni halen arıyorlar mı?’’ diye içinden geçirirken birden bire ürperdi. Tüm vücudu kaskatı kesilmişti. Düşüncesi ile böyle oluyorum ya beni bulurlarsa… Hadi kendimi geçtim ya Cemal! Onu nasıl koruyacaktım.
Düşüncelerin arasında kaybolup gitmişken birden kapının zilini duydu ve yerinden kalkıp koşarak kapıya gitti. Beklediği kişi gelmişti. Onu varlığı ile tekrardan hayata bağlayan Cemal.
Birbirlerine yol arkadaşı olmuşlardı. Birbirlerinde kendilerini bulmuş ve eksik parçalarını tamamlamışlardı çünkü.
Gerçek aşklar da böyle olmuyor mu? Seni tamamlayan diğer parçanın adı aşk değil de nedir?
Mihra farkında değildi ama kendi karanlığına Cemal’i de çekmeye başlamıştı.
Kapıda ki Cemal idi. Bugün yemeği beraber yemeleri için onu deniz kenarında güzel bir restoranta davet etti.
Mihra dört duvar arasında çok sıkılmıştım benim içinde güzel olur dedi ve teklifi kabul etti.
Cemal: Saat 20:00 da hazır ol. Seni çok güzel bir yere götüreceğim diyerek üst kattaki dairesine doğru ilerledi.
Mihra evden kaçarken yanında üç beş parça kıyafet ile gelmişti. Ayrıca böyle yerlere giderken ne giyinilir ki diyerek dolabın altını üstüne getirdi ve en sonunda siyah elbisesinde karar kıldı.
O duru güzelliği ile bütünleşen siyah elbisesin içinde her zaman ki gibi o eşsiz güzeli ile Cemali bir kez daha büyüsü altına almıştı.
Annesinin kaybından sonra bir kadına bu denli bağlanacağı aklına bile gelmezken başına gelmişti. Ama bir sorun vardı Mihra tam olarak kimdi? ve kimlerden kaçıyordu?
Bugününü bu düşüncelerle kendisine zehir etmeyecekti. Sevdiği kadın her ne kadar ondan uzak olsa da elini uzatsa tutabileceği mesafede idi.
O simsiyah upuzun saçları, kocaman kara gözleri, hızması, dövmesi sanki dünyaya gönderilmiş bir melekti. O kadar kusursuz bir güzelliğe sahipti ki! Mihra Cemal’in tüm hayatını doldurmuştu bir anda…
Birlikte İstanbul’un eşsiz manzarasında akşam yemeklerini yedikten sonra biraz boğazın eşsiz maviliğinde kız kulesine karşı oturup uzun bir sessizliğin eşliğinde manzarayı izlediler.
Her zaman ki gibi sessizliği bozan yine Cemal oldu.
Kız Kulesi’nin hikayesini biliyor musun Mihra! diyerek başladı anlatmaya…
İki kıtanın buluştuğu noktada, İstanbul Boğazı'nın ortasında konumlanan Kız Kulesi, 2500 yıllık tarihiyle Antik Çağ'dan Bizans'a, Bizans'tan Osmanlı'ya kadar tüm dönemlere şahitlik etmiş. Gizemli edasıyla denizin ortasında tek başına gözcülük etmiş koca İstanbul'a.
"İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kız Kulesi'nin aklı olsa
Galata Kulesi'ne varır
Bir sürü çocukları olur"
Ne güzel anlatmış değil mi Bedri Rahmi Eyüboğlu... İşte böylesine hayranlık uyandırır, uğruna şiirler yazdırır Üsküdar'a tatlı tatlı gülümseyen
Kız Kulesi...
Kız Kulesi'nin bir efsanesi var, üstelik o kadar romantik ki… Efsaneye göre Kız Kulesi ile Galata Kulesi birbirine aşıktır ama aralarında bulunan İstanbul Boğazı, sevgililerin kavuşmasını engellemektedir. Galata Kulesi aşkını yıllarca mektuplara yazar ve Kız Kulesi'ne olan hasretini kelimelere döker. Hezârfen Ahmed Çelebi de uçma hayalini gerçekleştirmek için buraya çıktığında, Galata Kulesi onun kulağına Kız Kulesi'ne olan aşkını fısıldar ve mektupları ona verir. İstanbul'un üflediği rüzgarı arkasına alan Hezârfen Ahmed Çelebi, mektupları Kız Kulesi'ne ulaştırır. Aşkının platonik olmadığını anlayan Kız Kulesi, sevinçten havaya uçar. Bu iki aşığın birbirlerine duydukları bu derin duygular onların yüzyıllara meydan okumasına yardımcı olmuş, İstanbul'un en güzel manzarasını oluşturmuşlardır.
Ne zaman moralim bozuk olsa buraya gelir saatlerce kız kulesini izlerim Mihra…
Artık daha da anlamlı çünkü sen varsın dedikten sonra dönüp Mihra’ya baktı ve Mihra’nın gözündeki akan yaşları elleriyle sildi.
Cemal bizim bir sonumuz olamaz ne olur bana da kendine de bunu yapma! Oturduğu yerden ayağa kalkarak gitmek istiyorum deyip Cemal’in düşüncelerine ve hislerine ağır bir kilit vurdu.
Cemal ne demek istediğini anlayamamıştı sabaha kadar uyku tutmadı. Dönüp bir sigara daha yakmak için masaya yöneldiğinde sigara paketinin de boşaldığını gördü. Sabaha kadar 1 paket sigarayı çoktan bitirmişti.
Derin düşünceler arasında Mihra’nın gülüşü yüzüne tebessümü kondurmuştu. Onsuz yapamazdı artık. Çok seviyordu çünkü Mihra’yı…
***
Gabro ve oğulları çoktan İstanbul yollarını tutmuş ve her köşede Mihra’yı aramaya başlamışlardı bile…
Mihra içinde bir huzursuzlukla uyandı bu sabah…
Bugün günlerden Pazar deyip hızlıca evden çıkıp üst katta ki Cemal’in kapısında aldı soluğu…
Tedirgin bir halde 2 defa kapıya vurdu ve Cemal’i karşısında görünce içindeki tüm huzursuzluğun yerini bir anda bir mutluluk alıverdi.
‘’Birlikte kahvaltı yapalım mı? seninle konuşacaklarım var cemal!’’ deyip Cemal’i kahvaltıya davet etti. Cemal bu, hiç hayır der mi? aradığı fırsat altın tepsi ile önüne konmuştu… Sıcak ekmek alıp geliyorum deyip evet karşılığını çoktan vermişti bile…
Balat’ın tarih kokan evlerinin balkonunda güzel bir Pazar kahvaltısı hayali bile insanın içine huzur veriyor.
Mihra çayından bir yudum içti ve kapkara o kocaman gözleri ile Cemal’e baktı, boğazını temizleyip; Cemal! Benim artık buradan ayrılmam gerekiyor demesi ile Cemal’in yüzündeki o korku ve beraberinde getirdiği derin sessizlik aldı her yeri…
Hayır yıllar sonra bulduğu ve sevdiği kadını böyle kolayca kaybedemezdi…
Neden Mihra?
Nereye gideceksin koskoca İstanbul burası, yol bilmezsin iz bilmezsin hayır asla seni bırakamam. Lütfen bu anlamsız düşünleri çıkar aklından.
Burada benimle kalmaya devam edeceksin demesiyle Mihra’dan hiç beklemediği o cevapla birden sarsılması!..
Cemal ne olarak burada kalmaya devam edeceğim…
Evet Cemal’i yerle bir eden o soru?
Cemal’in hayatında Mihra’nın yeri nerede idi. Komşu mu, evinde oturan kiracısı mı? Mihra Cemal’in neyi idi?
Bir süre sessizliğin ardından Cemal; karım olarak Mihra…
Mihra beklemediği bu cevap karşısında donakaldı.
Cemale dönerek Cemal dedi ve sözlerine başladı.
Ben Mardin’den sırf benimle aynı kültürden birine gönül vermediğim için sevdiğim adama kavuşamadım. Ailem buna izin vermez sana zarar gelsin istemiyorum. Bırak beni yoluma gideyim. Bu sevda ikimize de yakacak Cemal!
Cemal: Sen yanımda olduktan sonra seninle ölüme bile giderim Mihra!
Yeter ki tut elimi ve bırakma…
***
Evet hikayemiz tam da burada başladı aslında. Cemal ve Mihra’nın imkansız aşklarından.
Mihra her zaman ki gibi ( cevabı olmayan sorularla Cemal’i baş başa bırakıp izin ister masadan kalkar ve kendi sessizliğine kapanırdı.)
Yine aynısı yapmak için Cemalden izin isteyerek masadan kalkıp her zaman ki köşesine çekilip çayını yudumlamaya devam etti. Belki 1 saat odanın içinde derin bir sessizlik baş gösterdi.
Cemal sorduğu sorunun cevabını alamamıştı.
O gün öyle derin bir sessizlikle geçip gitti.
Mihra kararını vermişti. Cemal’den ve Balat’ dan sonsuza dek ayrılacaktı.
Sabah olup Cemal’in gazeteye gitmesi ile geceden yazdığı notu masaya iliştirip geldiği o sessizlikten tekrar o bilinmez sessizliğe doğru yol aldı.
Uzun bir süre İstanbul sokaklarında yürüdü. Aklı hep Cemal de idi. Cemal’in yokluğunu daha şimdiden tüm hücrelerinde hissetmeye başlamıştı. Kendi kendine zihnindeki sorularla bir bilinmezliğe yol alırken artık ayakları onu götüremez olmuştu. Bir köşede sessizce oturup gözyaşlarını içine akıtarak saatlerce ağladı.
***
Gece hafiften geldiğini belli etmeye başlamıştı bile…
Olmasa da çok güzeldi çünkü bu sevgi ona bir ömür yetecekti.
Cemal gazeteden eve gelince ilk işi alt katta ki komşusu Mihra’nın kapısını çalmak olurdu. Onu görmeden eve geçmezdi.
Bugün de aynı şekilde yaptı ama kapıyı açan kimse olmadı. İçini müthiş bir korku sarmıştı.
Aniden yolları kesişen iki insan tekrar kendi yollarına doğru yol almaya başlamışlardı bile…
Cebinden anahtarı çıkarıp kapıyı açmaya çalıştı Ama nafile elleri titrediğinden bunu başaramıyordu. Ya! babası gelip öldürdüyse, ya! zorla alıp götürdüyse onu yalnız bırakmamalıydım,artık aklındaki düşünceler ile baş edemiyordu.
Sonunda kapıyı açmayı başardı ve hızlıca salona gitti.
Masada bir mektup ve bir kolye duruyordu ve mektubun içinde şu sözler yazıyordu.
***
Sevgili Cemal; iki farklı coğrafyanın iki farklı insanıyız. Biz birbirimize yar olamayız. Evet seni sevdim hem de öylesine çok sevdim ki bir ömür bu sevgini yüreğimde taşıyacağım.
Babam ve ağabeylerim beni bulmadan durmayacaklar. Kendi karanlığıma seni de sürükleyemem, sana bunu yapamam. Sen çok iyi bir insansın ben sende kendimi buldum cemal sana bakınca aynadaki beni gördüm. İki yaşanmamış ve yaşanamayacak hayatın iki baş kahramanıyız biz seninle…
Vedalaşamadım diye sakın kızma bana olur mu? Vedaları oldum olası sevmem hele de bir daha kavuşamayacaksam.
Bir anda hayatına girdiğim gibi bir an da hayatından çıkıyorum lakin aklım, fikrim ve de yüreğim Balatlı Cemal de kalacak bir ömür.
Beni affet Cemal ve yoluna kaldığın yerden devam et.
Mihra…
***
Elinde ki mektup ile gözyaşları birbiri ile buluşmuştu. Kolyeyi eline aldı ve kolyenin kapağını açtığında ise Mihra ve kendisinin resmini gördü. Artık nefes alamıyordu.
Nasıl bırakır beni! Beni nasıl onsuz bırakır diye isyan ediyordu…
Bir vedayı bana nasıl çok gördün Mihra…Hep yanımda olsaydı onunla tüm engellere göğüs germeye razıydım ben.
Mihram sende mi bırakıp gittin beni ve beni bu derin yalnızlığımla bir kez daha baş başa bıraktın…
‘’Şimdi kapıyı açıp girdiğim zaman beni soğuk bir sessizliğin karşıladığı küçük evde senin güler yüzün tarafından karşılanmamak bana acıların en büyüğü Mihram biliyor musun?’’
Bir süre oturduğu yerde sessizce bekledi. Odanın içi kararmıştı belli ki gece oldu. Mihram koskoca İstanbul’da nereye gideceksin ne yapacaksın yol bilmezsin, iz bilmezsin üstelik cebinde paran bile yok. Hızlıca yerinden kalktı ve koşarak kendini Balat’ın o karanlık sokaklarına attı.
Hayır seni bırakamam Mihram sonunda ölümde olsa seni bırakamam…
Gecenin o sessiz karanlığında bir süre yürüdü. Her yere baktı sordu ama nafile kimse görmemişti. Elleri bomboş dönemezdi evine. Mihra’yı kaybedemezdi, bulacaktı bulmak da zorunda idi.
Saatlerce o karanlık sokaklarda yürüdü. Zamanın farkında bile değildi. Zaten Mihrasız zaman bile umurunda değildi ya!
Sabah ilk ışıklarını göstermeye başlamıştı. Saatlerce İstanbul sokaklarında yürümüş aklına gelen her yere bakmıştı ama yoktu… Mihra’sını bulamamıştı.
Çaresiz evine dönmek üzere Balat yolunu tuttu…
Mihra ise Cemali tamamen yüreğine gömüp geldiği yere Mardin’e dönmek için yola çıkmıştı bile! Çünkü biliyordu ki bu aşk sadece kendisinin değil Cemal’inde sonu olacaktı. Bunu sevdiği adama yapamazdı.
Cemal vazgeçer mi? Mihra’ dan evet tam da öyle oldu… Mihra’yı kaybedemezdi çünkü Mihra ile beraber kendini de kaybederdi.
Sabahın ilk ışıkları ile Mardin yollarını çoktan tutmuştu bile…
Bir umut bulacaktı onu!
Mihra evine dönerek zaten yenilgiyi kabul etmişti.
Ağabey’leri özgürlüğünü kısıtlayarak odasına kilitlemişlerdi Mihrayı.
Sadece camdan dışarı bakabiliyordu. Özgürlüğünü o camdan Mardin’i izleyerek bulabiliyordu.
***
Günler günleri kovaladı ve Cemal artık Mihra’yı bulmuştu. Çekip onu götürecekti buralardan; bilmedikleri ve yaşayamadıkları o duyguyu; aşklarını yaşayacaklardı.
Taş ustası Gabro ağanın evini bulmuştu. Şehrin dışında bir yer eviydi. Evin birkaç metre ilerisinde bulunan ağacın altında oturup gece olmasını bekledi.
Gece olup el ayak çekilince sessizce evin bahçesinden içeri girdi. Gecenin derin sessizliğinde Mihra’ya kavuşma hayalleri kuruyordu. Uzaktan bir gölge görünce ürperip ağacın arkasına saklandı ve izlemeye başladı. Ay gibi parlıyordu Mihra’nın güzelliği, olduğu yerden hızlıca çıkıp Mihra’nın yanına koştu ve evet Mihra’sı artık karşısındaydı.
Cemal’i gören Mihra birden heyecan ve korku ile çığlık atmamak için ağzını sıkıca kapattı.
Cemal senin ne işin var burada ölmek mi? istiyorsun sen.
Babam ve ağabeylerim evde! Seni burada görürlerse ne olacağını biliyor musun?
Mihram ölüm bile umurumda değil seni buldum ya! Artık!
Olmaz Cemal olmaz ailem beni sana vermez. Yapma etme geldiğin gibi dön hayatına… Bu aşk bize sadece mezar olur…
Seni almadan gitmeyeceğim Mihra sende bunu bil.
Acı sadece fiziksel midir? İnsanın ruhu acımaz mı? Ruhum acıyor sensizlik, yokluğun ruhumu kalbimi acıtıyor.
Seni şehrin dışındaki o yıkık evin oradan bekleyeceğim ve seni almadan da buradan asla gitmeyeceğim.
Ama bu odada kilitliyim çıkamam zaten çıksam da bizi yakalamaları uzun sürmez yapamam Cemal lütfen! kendi hayatına geri dön bana o hayatta yer yok. Biz iki farklı coğrafyanın iki farklı insanlarıyız. Bana da kendine de bu acıyı yaşatma unut beni unut sevgimizi ve git artık…
Seni almadan gitmeyeceğim Mihram sende bunu bil. Seni bekliyor olacağım orada deyip karanlığın içinde kayboldu.
Mihra’nın içine kor bir ateş düşmüştü. Törelere ikinci kez karşı gelirse başına neler geleceğini biliyordu. Bir tarafta duyguları diğer tarafta aklı birbiri ile bir savaşa çoktan başlamıştı bile…
Sabahın ilk ışıkları ile Mihra bir bahane bulup odadan çıkmayı başardı ama başına geleceklerden habersizdi.
Gece ki konuşmalarına abisinin kulak misafiri olduğundan habersizdi.
Evden hızlıca çıkıp koşarak Cemaline gitti.
Gittiğinde Cemali yoktu her yere baktı ama Cemal’ini bulamadı tam geri dönmek için arkasını döndü ki ne görsün büyük abisi karşında ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette olduğu yerde kalakaldı.
Ağabeyim! yapma etme onun bir suçu yok, tek suçu bana gönül vermek…
Ne olur ona zarar verdiğini söyleme. Bırak gitsin ne istersen yapacağım diye abisinin ayaklarına kapanıp ağlamaya başladı.
Abisi eğilip Mihra’yı olduğu yerden kaldırdı ve şu sözleri fısıldadı kulağına; Çok mu seviyorsun onu Mihram güzel kardeşim?
Mihra duyduğu bu sözler karşısında dona kaldı ne diyeceğini şaşırdı.
Bende sevdim Mihram ama töreler yüzünden kavuşamadım. Bilirim aşkın ateşinin insanın yüreğini nasıl kavurduğunu…
Şimdi arkana bakmadan koş, sevdiğin adama git seni bekliyor ilerideki kayalıklarda.
Mihra! ben kavuşamadım sen kavuş; Ya babam ona ne diyeceksin ağabeyim!
Mihram güzel bacım git ve arkana bakma biraz daha burada kalırsan yakalanacağız. Koş sevdiğin adam seni bekliyor!
Mihra abisini ve Mardin’i geride bırakıp arkasına bile bakmadan koşarak sevdiği adama doğru yol almaya başladı.
Evet İstanbul’un Balat semtinde başlayan aşk hikayemiz Mardin’de son buldu. Aşklarının büyüklüğü törenin önüne geçmişti.
Cemal ve Mihra birbirine kavuşmuşlardı.
Bize de onların bu büyük sevgisini hikaye yapmak düşerdi.
İki farklı kültür, iki farklı yaşam... Farklılıklar aşkın önünde bir engel midir?
Mardin güzeli...
Mihram!









0 Yorum