Yarım Kalan Hayatlar
Yarım Kalan Hayatlar
Bazen kal diyememenin diğer adıdır gitmeler.
Yolculuklar da böyle başlamıyor mu? Yüreğindekini yolcu etmekle.
Mecbur kaldığın yolculuklar ve geride bıraktığın enkazlar!..
Ona dair ne varsa içimde öldürmüştü gidişi ile ve geride kocaman bir enkaz bırakmıştı.
'' Zamanın da konuşsaydım şimdi susmak zorunda kalmazdım'' Ama artık çok geçti. Gitme diyemedim çünkü buna gururum el vermemişti. Oysa ki aşkta gurur olmazdı ama kal diyemedim işte!
Aslında hayat insana seçme şansı veriyor ancak hatalarımızı yanlış karalar verdiğimiz zaman anlıyoruz.
Vermiş olduğu yanlış kararı aslında çok çok sonra anlamıştı...
Arkasına yaslandı derin bir nefes aldı ve yazmaya başladı. Yazmak da konuşmak gibidir. Nasıl ki konuşurken aklınıza bir şey gelince dağılır, toparlayamayınca susarsınız. Yazarken de öyle olur. Kalemi bırakırsanız, aklınıza takılanların geçit törenini izlersiniz.
Sonra zihninizde sualler belirir, fakat bu suallere cevap veremezsiniz, çünkü cevap sandıklarınız aslında bahanelerinizdir. Kısacası; yazmak sessiz bir çığlık güçlü bir isyandır...
Hayallerime adım adım yaklaştığımı düşünürken aslında kendimden uzaklaştığımın farkında değildim. Karşıma çıkan fırsatlar şansım mı? kaderim miydi o zamanlar bunu hiç anlayamamışım meğerse.
Zihninde bu soruların cevabını ararken birden kalemini elinden bıraktı. Birileri yaşar birileri o yaşananları yazardı lakin o kendi hikayesinin kahramanı idi.
Sessiz bir çığlıktı içinde bastırdıkları aslında; Hiç bir veda bu kadar zor olmamıştı meğerse. Gözlerinden akan yaşlar kağıdı ile buluşmuştu. '' İnsan veda ederken bir daha görüşemeyeceğini ve ne kadar özleyeceğini kestiremediği için mi? vedalar hep kısa sürer'' dedi. Geriye ise o soğuk cümle kalır. '' Hoşçakal''
Hoşçakal iki gözümün çiçeği hoşçakal...
İmkansızlıklarda içinde büyüyüp filizlenen bir aşkın iki kahramanı Selim ve Fatma.
''İmkansız ile mümkünün arasındaki fark insanın karanlığında ve cehaletinde yatar.''
Yokluğuna alışmak çok zordu. Varlığı yakıyor, yokluğu ise öldürüyordu. Bildiği tek bir gerçek vardı Fatma'yı kaybetmek istemiyordu. Hayata sımsıkı bağlayan tek varlığı Fatma idi.
Fakat bu aşkın yıllar sonra nefrete dönüşeceğini nereden bilebilirdi.
Aşk ve nefret ne kadar da güçlü duygulardı. Birbirini besleyen, aynı zamanda da yok eden.
Nefret miydi aşkı körükleyen, aşk mıydı nefreti peşinden sürükleyen?
Aslında karmaşık gelgitleri yaratan şey zıtlıkların zihninde ve kalbinde var olma mücadelesiydi. Sevdanın yakıcı gücü nefretin sınır taşımayan yıkıcılığıyla kol kola girmişti.
Derin bir nefes alarak ''Keşke'' dedi. Keşke böyle bitmeseydi. Bilirdi ki; Keşkeler yaşayamadığın hayatlara yüklediğin manaların ta kendisi idi.
Selim yüreği okumakla yanıp tutuşan doğu'nun kırsal bir köyünde dünyaya gelen yedi kişilik bir ailenin beşinci çocuğu idi. Babası ağanın topraklarında ırgatlık yapar evini geçindirirdi.
1940'lı yıllar, çetin hava şartları, yokluk, yoksulluk...
Köy yerinde okumak öyle kolay da değildi. Ama hayalleri vardı mektebe gidecek ve muallim olacaktı Selim, yüreği okumak için atan çocuklara ışık tutacaktı. Çünkü biliyordu ki
bir toplumu karanlıktan aydınlığa çıkarmanın tek yolu eğitim idi. Artık cehalet son bulmalıydı. Erkek çocuklar tarlada, bahçede ırgat, kız çocukları ise daha kendisi çocuk iken kucağına kendi çocuğunu almamalıydı.
Selim babasının yaşadığı kaderi yaşamayacaktı. Kendi topraklarında kula kulluk etmeyecekti.
Kula kulluk etmek, ezilmek, sömürülmek, el etek öpmek, köleliğin ataması olan bu feodal düzen yıkılmalı esaretten kurtulmalıydı bu ülke.
İnsanlar kendi topraklarının kölesi olmamalıydı. Bu cehalet son bulmalı ülke aydınlanmalıydı. Bu da ancak ve ancak eğitimle olabilirdi. İşte o gün kendisine muallim olacağım, ülkeyi girmiş olduğu karanlıktan ve cehaletten kurtaracağım diye söz verdi.
Selim'i daldığı hayallerden uzaktan gelen o ses kendisine getirdi.
Selim be oğul! sana sesleniyorum nerelere daldın da orada kaldın! diyen ses; Köyün muhtarı Ali amcasının sesi idi. Elinde ki kitabı saklamaya çalıştı sanki kötü bir şey yapıyormuş da yakalanmış korkusu ile Ali emmi buyur diye incecik ve ürkek bir sesle cevap verebildi.
''Gene mi kitap okuyorsun a be oğul! ''
Muallim mi olacaksın sen? derken aslında gerçeği söylediğinin yıllar sonra farkına vardı.''
Evet ben muallim olacağım Ali amca derken o cılız ses gitmiş yerine aslan gibi kükreyen o ses gelmişti. Ne zaman biri ona muallim mi olacaksın dese yüzündeki sevinci ve sesinde ki coşkuyu saklayamazdı.
Muhtar amcası eğilip kulağına usulca, A be oğul! iyi dersin, iyi dersinde bu köy yerinde nasıl olacak ki bu.
Evet muhtar amcası haklı idi.Köy yerinde bu hayaline nasıl kavuşacaktı. Gerçekler duvar gibi karşısına dikilince Selimin gözünde ki o ışık birden sönüverdi.
Günler günler kovalıyordu. Muhtar amcası ile konuşmasının üzerinden on beş gün geçmişti. Yaz mevsiminin artık son ayları idi. Okullarının açılmasına bir ay kadar çok kısa bir süre kalmıştı.
Selim'in hayalleri de umutları da günden güne kayboluyordu.
Eve doğru yürürken arkasından gelen ses ile birden olduğu yerde durdu. Arkasından gelen ses Ali amcasının sesi idi.
''Selim oğul; gel hele senle konuşacağımız mühim bir konu var!'' diyerek ileride ki kahvenin oraya gitmeleri için başı ile işaret etti.
Selim oğul sana diyeceklerim var gel hele otur yamacıma diyerek sözlerine başladı...
Selim'in içini bir heyecan kapladı. Hemen iki çay kaptı, muhtar emmisinin yanına çöktü ve ağzından dökülecek cümleleri heyecanla beklemeye başladı.
Bak oğul geçen gün seninle konuştuktan sonra oturdum ve günlerce düşündüm. Haklıydın evlat sen okuyup muallim olacak bizi bu karanlıktan ve cehaletten kurtaracaksın, şehirde ki yeğenime mektup yazdım. Onun yanına gidip hem okuyacak hem de çalışacaksın.
Selimin bu sözler kulağında çınlıyordu. Heyecandan ne yapacağını şaşırmıştı. Peki ya babam diyebildi. Babam buna müsaade edecek mi?
Sen o işi bana bırak oğul ve git bavulunu hazırla yarın şafakla yola çıkıyorsun.
Selim o gece hiç uyuyamadı, çıkacağı bu uzun yolda nelerle karşılaşacağının tedirginliği ve heyecanı ile yatakta sabahı sabah etti.
Günün ilk ışığı odasının camından içeri yavaşça süzülmeye başlamıştı artık, hızlıca yatağından kalktı ve yüzünü göğe doğru çevirip ''yeni hayatımın ilk günü Allah muvaffak etsin Selim'' diyerek hazırlanmaya başlandı.
Yola çıkmaya hazırdı artık, ailesi vedalaşıp yola düştü.
Selim şehirde hem okuyor, hem de Ali amcasının yeğeninin kahvesinde çalışıyordu. Çok başarılı ve saygın bir öğrenci idi. Tüm öğretmenlerinin göz bebeği oluvermişti bir anda.
Sürekli kitap okur, okuduğu kitapları arkadaşlarına da büyük bir heyecanla anlatırdı. Yine bir gün okuduğu bir kitabı arkadaşlarına anlatırken uzaktan bir çift kara gözün kendisini izlediğine şayit oldu. O gözleri bir kez gördü ve bir daha başka gözlere bakamadı.
Uzaktan onu sevgi dolu gözlerle izleyen Fatma idi.
Fatma 3. sınıf öğrencisi Selim ise 4. yani son sınıf öğrencisi idi. Nasıl oldu da bugüne kadar hiç karşılaşmamışlardı.
''Hakikati arayanların yolu illaki bir gün kesişir'' onların da yolu kesişmişti. Günden güne Selim'in Fatma’ya olan sevdası da yüreğine sığmaz olmuştu.
Fatma'nın da selim gibi zor bir hayatı vardı. Okumak ve öğretmen olmak için köyden çıkıp şehre gelmişti. Hasta annesi ve yaşlı babasını köyde bir başına bırakıp hayallerinin peşinden koşmuştu.
Fatma kimseye boyun eğmeyen, ilkelerinden ve doğrularından asla vazgeçmeyen ve sürekli doğrularının peşinden giden hümanist bir kadındı.
Çok güçlü ve gururlu idi ve bu gururu ilk kez onda derin ve kapanmayan yaralar açmıştı. Selimini bir ömür boyu kaybettirmişti.
Hayatta çok yol ayrımı ile karşılaşırız. Seçtiğimiz yol bazen tüm hikayemizi tepeden tırnağa değiştirir. Fatma ve Selim'de bu hikaye de kazanan değil kaybeden taraf olmuşlardı.
Aradan koskoca yirmi yıl geçmişti.
Yıllar yılları kovalamış Selim öğretmen olmuş evlenmiş ve bir de oğlu olmuştu. Fatma ile mi evlenmişti hayır, Selim Fatma'sına kavuşamamıştı.
Selim öğretmenlik yaptığı yıllarda kendisi gibi bir tarafı hep eksik kalmış olan Ayşe'yi tanımış ona kol kanat gerip ağabeylik yapmıştı. Okuldan sonra ona okuma yazma dersleri vermekle başlamıştı aslında yakınlaşmaları. Ayşe, Selim için sadece bir kız kardeşti.
Ama köy yerinde bu olay hiç de öyle masum karşılanmamıştı. Üstelik Ayşe feleğin sillesini yemiş karnında da bir bebesi vardı. Selim onları yüzüstü bırakamazdı ve istemese de Fatma'sını bir ömür yüreğine gömüp bu izdivacı yapmak zorundaydı.
Fatma ise Seliminin onu bırakıp başka bir hayat kurmasının hiçbir zaman kabullenememişti.
''Öyle ya, der de derde ortak olan, dara düştüğünde de yanında olandır '' ama o beni bırakıp gitmeyi tercih etti. Gitti ve beni yüreğimin karanlıklarında bir ömür hapis etti..
Unutmadım, ama aşkını değil, yaptıklarını. Kolay mıydı? Yüreğine sinmiş yılların öfkesini öyle bir anda unutabilmek. Yüreğin esaret altında ise ve acı çekiyorsan zamanın kavramını yitiriyormuşsun. Aradan geçen koskoca yirmi yıl sadece Fatma'nın öfkesini daha da büyütmüştü.'' Belki bir kere karşı karşıya gelebilseydik, belki yüzleşebilseydik ama olmadı dedi ve sustu...''
Fatma o büyük aşkını kalbine gömmüştü, evet evlenip anne olamadı belki;
ama onlarca, yüzlerce çocuğa annelik yaptı.
Selim'e ise o büyük aştan geriye sadece, Fatma'sına verdiği ve bir ömür kulaklarından da yüreğinden de gitmeyen o sözler ile adresine ulaşamayan yarım kalan mektuplar kalmıştı.
'' Fatma ben şimdi gidiyorum ama tekrar geleceğim beni sadece bir sene bekler misin?''
''Fatma; değil seni bir sene bir ömür beklerim!..''
Selim tutamadığı bir sözün hüznünü tam yirmi sene içinde yaşayarak büyüttü. Vicdanına duyduğu sorumluluk ise onu her gün biraz daha öldürmüştü.
Aradan gecen yirmi yıl ona Fatma'sını unutturamamıştı.
Ona gerçekleri anlatamamanın verdiği acıyı da yüreğinde yıllarca taşıdı.
''Yolu aşktan sevgiden geçen her şey yüreğinize ışık tutsun.''
Sevdiklerinizin yüreğinden sımsıkı tutun çünkü yarın geç kalmakla meşhurdur.









0 Yorum